bir blog vardı
evet. bayağı bir zaman oldu yazmayalı. bir aydan fazla. sadık okuyucularımdan özür dilerim. tatile çıkan köşe yazarı gibi eski yazılarımdan falan koyamadım. tatile çıkıyorum bile demedim. ama çok eğlenceli bir ay geçirdim. okuyucularımın hoşgörüsü olmasa bu kadar uzun bir tatile çıkamazdım.
aslında uzunca bir tatilde şunları bunları yazısı yazmak güzel olur, lakin benim üşengeçliğim yüzünden gezinin fotorafçısı aycan'dı. fotorafsız yazı güzel olmaz. özet geçiyorum.
amsterdam anlatılmaz yaşanır.
werchter inanılmazdı. müzikal anlamda zirvemi yaşadım. pasaport kuyruğunda amca umre'ye mi dedi. bir nevi dedim: werchter. olmadı böyle bi şey, aceto'dan çaldım. ama en iyi böyle anlatabilirim.
ilk günün büyük bir kısmını aycan'ın inatçılığı yüzünden kaçırdık. önceki geceden gitmek için ekstra ücret ödemişken ertesi gün götürdü bizi. tv on the radio, aloe blacc, seasick steve ve hives'ı kaçırmış bulunduk. sağlık olsun.
girdiğimizde queens of the stone age vardı yanlış hatırlamıyorumsam. öyle teker teker her grubu anlatamayacağım. özetliyorum son 1 aydır sadece qotsa, kings of leon, coldplay dinlemiş olabilirim. bu üç grup özellikle iyiydi performans olarak.
arctic monkeys'e ayrı bir paragraf açıyorum. bu ne göt kalkması bilader. adam mı oldun iki senede. ayıp ulan. türkiye'den kalkıp gelmişiz. bir kıpırda sahnede, olmadı bizi kıpırdat di mi? yok. içkiyi falan biraz fazla kaçırmışa benziyordu alex. benim adıma hayal kırıklığı oldu arctic monkeys.
elbow, portishead, two door cinema club, kasabian, kaiser chief (ardarda çıktı bun ikisi son gün, pek halim kalmamıştı, yazık oldu), beady eye, jimmy eat world aklımda kalmışlar çünkü iyiydiler. dinleyiciye saygı.
grupların sıralaması da pek olmamıştı. coldplay'e kadar bezdik baya. en önlerdeydik bi de ayakta pj harvey baydı baya. portishead'de muhteşem çaldı ama oraya uygun değildi pek. bir bildikleri vardı elbet.
son gün kaiser chiefs'den sonra kim çaldı bilmiyorum. luxury hugs dağıtıyordum. tabi öncesinde muhteşem hollanda'lı hannes'le tanıştım. o benle tanıştı ya da. ben uyurken üstümde ebleklikler yapmış. bize bi sürü hediyeler verdi, gitti. condomobile'de çalışıyormuş. sonra ben gittim bunun yanına, bana bira verdi, takıldık, condom dağıttık. orda luxury hugs kartonumu hazırladık hep beraber. kazandığım paralarla size bira ısmarlıycam dedim ama unuttum tabi sonra. bi istanbul'a döneyim hannes ve arkadaşlarına bi sürü şeyler yollıycam.
bu yukardaki çift de hesaplarıma göre manchester'lılar. türkiye'de kısa olan ben, avrupa'da iyice minyon olduğum içim luxury hugs yazısını göreden elemanlar beni taşıyarak güç gösterisi yapmayı pek sevdiler. bi tanesi baya uzağa götürdü beni omuzunda çevirerek, arkadaşlarımı bulamıyacam dedim bu kafayla, anca bıraktı.
avrupalı eğlenmeyi biliyor arkadaş. çok ufak bir olay pek eğlendirdi beni. türkiye'de mesela bunca senedir bir yabancı benden high five istememiştir. hep ben isterim. kaspars kambala vardır mesela basketçi, onu gördüm bi gün high five dedim direkt. böyle bir eğlence anlayışı yok maalesef bizde. içip ağar abi gibi oturalım evet. işte yürüyoruz öyle çocuğun biri geldi, "dear sir, may i have a high five please?" dedi. "of course" dedim ve çaktık. çok hoşuma gitti bu detay.
werchter böyle. aycan ben uyurken pierre van hoijdonk'un arkadaşıyla tanıştığını iddia ediyor ama daha adını bilmiyor. inanmak güç.
fotoraflar üzerinden gidelim.
taken'ı izlediniz mi? bu resmi kemal'e yollamak için çektik. bagetleri aycan aldı. teşekkür ederim kendisine.
bagetler bu açıdan gözükmemiş ama o şartlarda baya başarılı bir fotoraf olmuş. internetimiz olsa bakıp biraz da ot koyardık poşete.
roma'da termini'nin oralarda yellow diye bi bar var. iyi bir yer. bir erkeğin her şehirde gideceği bir barı olmalı derim. bunlar orda tanıştığımız linfield taraftarı kuzey irlandalı arkadaşlar. liam neeson da oralıymış. favori snooker oyuncum steve davis de. yukardaki fotorafımı gösterdim, çok beğendiler onlarda. zaten muhteşem irlanda aksanım yeterliydi beni sevmeleri için.
bu resmi poster yaptırıp odamın duvarına asmak istiyorum. bütün gezi tek fotoraf çekmedim, e şanzelize artık çekelim bi tane dediğimde, kemal'in eli'.
burası bir bara benziyor ama bir et restoranı. robert et louise olmalı adı. saat 12ye yaklaşınca camlar ve perdeler kapanıyor, sigara içilebilen bir bara dönüşüyor. en soldaki patron, ipod'un music quiz yapıyor. tabi sorduğu ilk şarkıyı bilmemle saygısını kazanmasak bu kadar sevmezlerdi bizi. sonra bildiklerimi saymıyorum. louisana'da öğrenci olan okuyucum varsa tüm notları beş olurdu bak. resimdekilerin yarısı öğretmen. sonra hep beraber zamanında the artist formerly known as prince'in çaldığı bara gitmemiz de jabası. yok lan son şarkı olarak tarkan çalması jabası. video'su available on demand. orda paul rudd'la ve concorde'un düşmesinden sorumla adamla da tanıştık da fotoraf yüklemek kasıyo biraz.
o bardan dönüşte rastladık flower man'e. arkadaşlarım hayır gitme, tehlikeli olabilir dediler. ama ben onun dünyanın en barışçıl insanı olduğunun biliyordum. fotoraf çekilirken adının flower man olduğunu bilmiyoduk ama şu duruştan anlaşılıyor zaten. muhteşem şarkısı blablabli blablabla'nın videosu mevcut. yalnız bide verdiği cd çizikti. myspace'i falan da yok başka şarkılarını dinleyemedik.
0 yorum:
Yorum Gönder